Katliamların, zulümlerin ve acıların bin bir türlüsünün yaşandığı şu günlerde Müslümanların bu konuda uyarılması bir zarurettir. Çünkü içinde yaşadığımız modern küresel topluma yön verenler, eğitimden siyasete, sanattan felsefeye hemen her alanda ve platformda gayr-i müslim kültürünü sürekli dünyaya empoze etmekte, Müslümanlar da buna maruz kalmaktadırlar. Bunun doğal bir neticesi olarak da Noel’i kutlamakla yılbaşını kutlamanın aynı olmadığını; birinin Hristiyan bayramı, diğerinin ise bundan farklı olduğunu iddia eden, bu sebeple yılbaşı kutlamanın bir mahsuru olmadığına inandırılan Müslümanların sayısı artmaktadır.
“Ben Müslümanım” diyen her bir fert, evvela şu gerçek üzerinde çok iyi düşünmelidir: Müslümanların nüfûsu, dolayısıyla İslâm’ın toplumdaki varlığı ve tesiri, hem katliamlar, hedef gözetmeyen saldırılarla hem siyâsî ve kültürel dezenformasyonlarla günden güne azaltılmaya çalışılmaktadır. Bu, toplumsal her bir hadisenin, İslâm’ın ve Müslümanların varlık-yokluk meselesi zaviyesinden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Zira toplumsal zehirlenme, dönüşüm, işgal ve yok oluş bir anda değil, yavaş yavaş gerçekleşir. Bu nedenle İslâm’ın beka sorununun çözümü, Müslümanların, kültür emperyalizmine karşı bilgilerini arttırmaya ve şuurlarını geliştirmeye bağlıdır.
Din, Bir Şahsiyet Meselesidir
Dînî şuur, dinin mahiyetini idrak etmekten geçmektedir ve bunu en iyi bilen Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Din, samimiyet (şahsiyet)tir.” Sahâbe:“Kime karşı?”diye sorunca, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Allah’a, Kitâb’ına, Rasûl’üne, müminlerin yöneticilerine ve tüm Müslümanlara” buyurmuştur.[1] Buna göre bizden, Allah Teâlâ’ya karşı doğru bir itikada sahip olmamız ve Allah’ın şeriatını hayatımızda içtenlikle uygulamamız istenmektedir. Bu da itikattan ahlaka kadar insanın hayatını kuşatan her alanda Allah’ın emir ve yasaklarına uymamız ve Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in sünnetine ittibâ etmekle mümkündür.
Allah’a, Kitab’ına ve Rasûl’üne karşı samimiyetin bir gereği, onlara düşman olanları sevmemek, dost edinmemek, hemen her alanda onlara muhalefet etmek ve benzememektir. Nitekim Cenâb-ı Hakk pek çok ayet-i kerimesinde müminleri bu konularda uyararak şöyle buyurmaktadır:
• “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soyları olsalar bile, Allah’a ve Rasûl’üne düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.”[2]
• “Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz! Oysa onlar haktan size geleni inkâr ettiler.”[3]
• “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardandır. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.”[4]
• “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan dininizi alaya ve eğlenceye alanları ve inkarcıları dost edinmeyin. Eğer iman ediyorsanız Allah’a karşı gelmekten sakının.”[5]
• “Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen münafıklara, kendileri için acıklı bir azap olduğunu müjdele! Onlar mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmişlerdir. Onların yanında şeref mi arıyorlar? Oysa şeref, tümüyle Allah’a aittir.”[6]
• “Ey iman edenler! … kâfirler gibi olmayın.”[7]
• “Kim kendisi için doğru yol açıklık kazandıktan sonra Peygamber’e muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka yola uyarsa onu döndüğü yöne çeviririz ve cehenneme atarız. Orası ne kötü bir varış yeridir!”[8]
• “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.”[9]
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de konuyu detaylandırarak müminleri şöyle ikaz etmiştir:
• “Müşriklere muhalefet edin.”[10]
• “Yahudi ve hıristiyanlara muhalefet edin.”[11]
• “Mecûsîler’e muhalefet edin.”[12]
• “Emrime muhalefet edenlere zillet ve alçaklık (belasına) çarptırılmıştır.”[13]
• “Kim bir kavme kendini benzetirse onlardandır.”[14]
• “Kim bir kavmin karartısını çoğaltırsa onlardandır.”[15]
• “Kendini bizden başkasına benzeten bizden değildir. Yahudi ve hıristiyanlara benzemeyin.”[16]
• “Bizden başkasının âdetiyle amel eden bizden değildir.”[17]
• “Karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yollarına uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğinden girse, siz de gireceksiniz.” Sahabe-i Kiram: “(Bizden öncekilerden maksat) Yahudiler ve Hıristiyanlar mı ey Allah’ın Rasûlü?”diye sorunca: “Onlar değilse ya kim?” diyerek Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kâfirlere uymayı kesin bir dille menetmiştir.[18]
Bu ve benzeri ayet ve hadislere bir bütün olarak bakıldığında Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i ve onun izinden gidenleri bırakıp gayr-i müslimleri taklit etmenin, samimiyetsizlik ve şahsiyetsizlik olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim İslâm hukuku ve ahlakında, Müslümanların diğer inanç ve kültürlere ait gelenek ve ritüellerden kaçınmaları, dini ve kültürel kimliklerini muhafaza etmeleri temel bir ilkedir. Öyle ki İslâm fıkhında, diğer inanç mensuplarına benzeme sebebiyle ibadet, sosyal davranışlar ve gündelik hayatla ilgili birçok uygulama yasaklanmıştır. Böylece İslâm, bir taraftan toplumunun manevi bağlarını güçlendirmeyi, diğer taraftan İslam’ın özgün değerlerinin korunmayı hedeflemiştir. Örneğin;
• Namaz vakitlerinin çan ve borazan gibi yöntemlerle ilan edilmesi teklifi reddedilmiş, bunun yerine İslam’a özgü bir yöntem olan ezan tayin edilmiştir.[19]
• Benzer şekilde tek olarak cumartesi ve pazar günleri oruç tutmanın nehyedilmesi de yahudi ve hristiyanların ibadet günleriyle örtüşmekten kaçınılması amacını taşımaktadır.[20]
• Altın ve gümüş kapların kullanımı da diğer inanç mensuplarının alışkanlıklarını yansıtacağı gerekçesiyle yasaklanmıştır.[21]
• İslâm’ın bir şiarı olan sarığın takkeyle birlikte takılmasının teşvik edilmesinde de takkesiz sarık sarma şiarına/âdetine sahip olan müşriklerden Müslümanların ayırt edilmesi amaçlanmıştır.[22]
Böylece İslâm, Müslümanların her yerde ve her halinde “bir Müslüman” olarak var olmasını istemektedir. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “İslâm üstündür/galip olandır, ona hiçbir şey üstün gelemez/galip olamaz!”[23] Bunu gerçekleştirecek olanlar, eziklik duygusundan kurtulup izzet ve haysiyet sahibi olan Müslümanlardır. Nitekim Cenâb-ı Hakk da bu duruma işaretle şöyle buyurmaktadır: “İzzet; Allah’a, Peygamber’ine ve mü’minlere aittir. Ama münâfıklar bilmezler.”[24]
Öte yandan dînî şahsiyet sadece ehl-i küfrü taklit etmemeyi değil, onlara karşı tavır koymayı gerektirmektedir. Nitekim Allah Teâlâ’nın, Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) üzerinden bizlere bir emri de şudur: “Ey Peygamber! Kâfir ve münafıklarla mücadele et ve onlara karşı katı, sert, kararlı ve tavizsiz davran.”[25] İmam Rabbânî de bu konuda şöyle demektedir: “İslâm ile küfür birbirinin zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde diğeri bulunamaz, gider. Birisine kıymet vermek ötekini aşağılamak olur. (..) Yüce ahlak sâhibi olan,[26] çok merhametli olan Peygamberine, kâfirlerle cihâd etmeyi, onlara karşı sert davranmayı emrediyor. Bundan anlaşılıyor ki, İslâm’a saldıranlara sert davranmak da üstün ahlaktır. İslâm’ı aziz kılmak, küfrü ve kâfirleri zelil kılmaya bağlıdır. Kim kâfirleri yüceltirse, İslâm’ı ve Müslümanları aşağılamış olur.”[27]
Mîlâdî Yılbaşını Kutlamanın Dînî Hükmü
Mîlâdî yılbaşını kutlamak, yukarıda zikredilen ayet ve hadislerden anlaşıldığı üzere gayr-i müslimlere muhalefet etme ve onlara benzememe emrini çiğnemektir. Bu nedenle bunların bazıları küfür bazıları haramdır.
İslam hukukunda Nevruz gibi diğer inanç ve kültürlere özgü bayramlar konusunda titiz bir yaklaşım benimsenmiştir. İslam âlimleri, Müslümanların Nevruz gününde kutlamalara katılmalarını, bugüne özel olarak alışveriş yapmalarını veya hediyeleşmelerini tehlikeli görmüş ve bu tür eylemlerin kişiyi küfre götürebileceği konusunda uyarmışlardır. Bu hassasiyetin temelinde, Müslümanların kendi kimliklerini koruma ve küfre destek verme ihtimalini engelleme anlayışı yatmaktadır.
• Ali el-Kârî, Mihrican ve Nevruz günleri adına hediyeleşmenin haram olduğunu ve küfre sebep olduğunu ifade etmekte ve Fetâvâ es-Suğra’dan Nevruz günü tazim kastıyla hediyeleşmenin kişiyi küfre düşüreceğini nakletmektedir.[28]
• Ebu Hafs el-Kebir’den nakledilen bir rivayete göre; bir kimse elli yıl Allah’a ibadet etse ve Nevruz gününde bir kâfire tazim maksadıyla bir yumurta bile hediye verse küfre düşer ve tüm ibadetleri boşa gider.[29] Bu fetva, Müslümanların, diğer kültürlere ait bayram ve ritüellere katılmaktan uzak durmaları gerektiğini açıkça vurgulamaktadır.
• Bahru’r-Râik adlı eserde, Nevruz gününe tazim kastıyla yapılan alışveriş veya katılımın, kişinin küfürle ilişkilendirilmesine sebep olacağı belirtilmiştir.[30]
• Nevruz günü toplanan Mecusilerin faaliyetlerini övücü bir şekilde değerlendirmek de İslam âlimlerince küfre düşmekle eşdeğer görülmüştür.[31] Bu tutum, küfrün güzellemesi ve İslam’ın çirkin görülmesi anlamına geldiği için tehlikeli kabul edilmiştir.
Bu gibi fetvalardan anlaşıldığı üzere İslâm âlimleri, Müslümanların kendi kimliklerini korumalarını ve başka inançlara ait ritüellere katılmamaları gerektiğini açıkça ifade etmişlerdir. Dolayısıyla mîlâdî yılbaşı da diğer kültürlere ait kutlamalardan olması sebebiyle Müslümanlar açısından ciddi bir sınavdır. Bu kutlama eğer dini şiar olarak icra ediliyorsa küfür olduğu açıktır. Bu tür kutlamalarda Noel bayramının bir sembolü olan Noel ağacının bulundurulması da bunu teyit etmektedir. Eğer dini bir şiar olarak yapılmıyorsa yukarıdaki ayet ve hadisler gereğince haram işlemiş olur. Bununla birlikte haramı hafife almak, bir küfür sebebidir. Dolayısıyla bu tür kutlamalar hakkında “Ne var ki bunda?” gibi yaklaşımlar gayet tehlikelidir. Nitekim Hz. Ömer (radıyallâhu anh) “Allah düşmanlarının bayramlarından sakının!” demiş[32] ve İslâm beldelerinde ehl-i kitabın kendi bayramlarını açıkça kutlamalarını yasaklamıştır.[33]
Netice
Kişi, sadece gayr-i müslimlere bir şekilde benzemeyle kâfir olmaz, fakat itikadî dönüşümler olmadan da bu benzeme ortaya çıkmaz. Bir diğer ifadeyle itikadî ve düşüncedeki bozulma sebep, benzeme, yozlaşma ve şahsiyetsizleşme sonuçtur. Dolayısıyla milâdî yılbaşını kutlamak gayr-i müslimlere meyletmektir, kendini benzetmektir; onların sevgisini gönüllere işlemektir; kutsallarının toplumsal değerini arttırmaktır. Milâdî yılbaşını kutlamak Noel’i kutlayanları taklit etmektir, büyük/ileri/üstün kabul etmektir, takdis etmektir, küfrün gücüne güç katmaktır.
Milâdî yılbaşı kutlamaları her türlü haram ve münker barındırmaktadır. Bir Müslümanın, bu kutlama sebebiyle o ortamda işlenecek olan masiyetlerden dolayı inecek azaptan ve ahiretinin helak olmasından korkmalıdır. Ahiret aklına sahip olan bir Müslüman, her an gelebilecek olan ölümünün kendisine isabet etmesinden korktuğu hallerden ve ortamlardan uzak durandır.
Öte yandan ehl-i küfür bizim herhangi bir kutlamalarımıza iştirak etmiyorken “Ben Müslümanım” diyenlerin onların özel günlerine katılmaları nasıl bir eziklik duygusu içerdiği iyi anlaşılmalıdır. Onlar Peygamberimiz, Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i ve Kur’ ân-ı Kerîm’i inkâr etmekle kalmıyor, bir dizi hakaretler ediyor ve iftiralarda bulunuyorken birilerinin bu tür hıristiyanlaşmaları meşrulaştırmaya çalışmaları nasıl bir şahsiyetsizlik olduğu iyi idrak edilmelidir. Son birkaç nesil sözde medeni terakki hayalleriyle giderek artan bir şekilde kâfirlere meyil göstermiş ve İslam âlemi Avrupa’ya meftûn ve medyûn olmuştur. Fakat bu “terakki” hayali, “tedenni” ile sonuçlanmış; İslâm izzeti, devleti ve istiklâli yok olmuş, Müslümanların toplumsal tüm değerleri erimiştir. Dolayısıyla “Ne var ki bunda?” söylemleri, İslâm’ı ve Müslümanları yok etmeye çalışan küfrün kazanmasına; zihinleri, toprakları ve hayatları işgale devam etmesine hizmet etmekten, dînî ve hatta millî bütün değerlerin küfrün ayakları altında ezilmesine sebep olmaktan başka bir şey değildir.
Son olarak bizi yaratan ve bizi bizden daha iyi bilen Allah Teâlâ Hazretleri, bizim “bir Müslüman” olarak kalabilmemiz için her gün her rekâtta Fatiha süresini okumamızı ve orada şöyle dua etmemizi istemiştir: “Bizi, kendilerine nimet verdiğin kimselerin (peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin) yoluna ilet. Gazaba uğrayanların (yahûdilerin) ve sapıtanların (hıristiyanların) yoluna iletme!”[34]
[1] Müslim, İman, 95-(55); Tirmizi, Birr ve Sıla, 17, (1926); Ebû Dâvud, Edeb, 67, (4944); Nesâî, Bey’at, 31, (4197).
[2] Mücadele Sûresi, âyet no: 22.
[3] Mümtehine Sûresi, âyet no: 1.
[4] Mâide Sûresi, âyet no: 51.
[5] Mâide Sûresi, âyet no: 57.
[6] Nisâ Sûresi, âyet no: 138-139.
[7] Âl-i İmrân Sûresi, âyet no: 156.
[8] Nisâ Sûresi, âyet no: 115.
[9] Hûd Sûresi, âyet no: 113.
[10] Buhari, Libâs 64, (5892); Müslim, Tahâret, 54-(259). Ayrıca İbn Ömer (radıyallâhu anhumâ): “Müşriklerin âdetlerine muhalefet edin” demiştir. Bkz: İbn Ebî Şeybe, Musannef, 19/197 (35794).
[11] İbn Hibbân, Sahih, 5/561 (2186).
[12] Müslim, Tahâret, 55-(260); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 14/390 (8785).
[13] Buhari, muallak olarak, (4/40); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 9/123 (5114); İbn Ebî Şeybe, Musannef, 10/287 (19747).
[14] Ebû Dâvûd, Libâs, 4, (4031); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 9/123 (5114).
[15] İbn Ebî Âsım, es-Sünne, (1464); İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliyye, 2/42 (1605) Ebû Ya’lâ’dan rivayetle.
[16] Tirmizi, İsti’zân ve Âdâb, 7, (2695); Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, 7/238 (7380).
[17] Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, 11/152 (11335).
[18] Buhari, Ehâdîsü’l-Enbiyâ, 49, (3456); Müslim, İlim, 6-(2669).
[19] Buhari, Ezân, 1, (604); Müslim, Salât, 1-(377)
[20] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 2/276.
[21] Mergînânî, el-Hidâye, 4/308.
[22] Alâüddin es-Semerkandî, Tuhfetü’l-Fukahâ, 1/144.
[23] Buhari, muallak olarak, 2/93; Tahâvî, Şerhu Me’âni’l-Asâr, 3/257 (5267).
[24] Münâfikûn Sûresi, âyet no: 8.
[25] Tevbe Sûresi, âyet no: 73; Tahrim Sûresi, âyet no: 9.
[26] Kalem Sûresi, âyet no: 4.
[27] İmam Rabbânî, Mektubat, 1. cilt, 163. Mektup.
[28] Ali el-Kârî, Minehu Ravzi’l-Ekber fî şerhi Fikhi’l-Ekber, s. 496-497.
[29] Zeylaî, Tebyinü’l Hakaik, 6/228; Kâdîhân, Fetâvâ, 3/362.
[30] İbn Nüceym, Bahru’r-Râik, 12/393.
[31] Ali el-Kârî, Minehu Ravzi’l-Ekber fî şerhi Fikhi’l-Ekber, s. 496-497.
[32] Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 9/392 (18862).
[33] İbn Zebr er-Rabaî, Şurûtu’n-Nasârâ, s. 25; İbnü’s-Semmâk, Şurûtu Emîri’l-Müminîn Ömer b. el-Hattâb, s. 27.
[34] Fatiha Sûresi, âyet no: 6-7.
